Temmuz 31, 2013

Ruhi Mücerret ~ Murat Menteş

Yakalayın bakalım!

"Ne yazsa okuruz," dediğimiz Murat Menteş'in yine bizi yanıltmayan kitabıdır Ruhi Mücerret. Aynı zamanda da unutamayacağım karakterler arasında epey yüksek bir mevkide yer edinmiş kitabın baş kahramanının adı.

Ruhi Bey, Kurtuluş Savaşı'nın kalan son gazisi, 100 yaşında bir millî kahraman. Tanıdığım birinin bu cümleyi okuduğunda, "Ölmeyi unutmuş," diyeceği türden biri. Fakat Ruhi Bey bu durumdan hiç de hoşnut değil. Ailesinde ondan önce ölen biri olduğunda elinden utançtan başka bir şey gelmemesini bir lanet olarak tanımlıyor. Ruhi Bey'in bütün günleri, yaşadığı olaylar sonucunda mezarına ne yazdıracağı hakkında sürekli değiştirdiği fikirlerden birinde karar kılma sorunsalı ile geçiyor.

Menteş o kadar tatlı ve de inatla sinir bozmayı seçebilen bir karakter yaratmış ki Ruhi Bey hiçbir zaman tek yönlü biri olmuyor. Yaşlılık insanı çocuklaştırır, derler; işte Ruhi Mücerret bunun ispatı.

Murat Menteş'te alışık olduğumuz bir şey vardır: İnsanı dumura uğratan isimler kullanma alışkanlığı. Korkma Ben Varım ve Dublörün Dilemması'ndan bildiğimiz bu özellik Ruhi Bey'in adından da anlaşılacağı gibi bu kitapta da sürüyor. Atıflar o kadar keyifli ki okurken sırıtmak işten bile değil. Dünya üzerinde "ağabey" diyebileceği kimsesi kalmamış olan, her şeyden çok ölmeyi isteyen ve bir türlü ölemeyen İstiklâl Gazisi için, "Fışkırır ruhi mücerret gibi yerden naaşım," dizesini buram buram hatırlatan bir isimden daha uygun ne olabilirdi ki?!

Ruhi Bey haricinde kitapta böyle bir sürü karakter var: Bir felsefe adamı olan Avni Vav, kitabın genel olarak çehresi çatık ismi Nazlı Hilal, karakteri ile adı devasa bir tezat oluşturan ve Ruhi Bey'in Zülfikâr Zarifoğlu'nun talimatıyla muhakkak zımbalaması gereken Masum Cici, Civan Kazanova, Fujer Fuji, Serpil Silahlıperi...

***

Kitabı üç ayrı kişinin anlatımıyla okuyoruz. İlk olarak Avni Bey alıyor sözü. Yaptığı kısa girişte Ruhi Bey'in gençlik yıllarında Haydarpaşa Garı'nda gece bekçiliği yapmış olduğu gibi şeyleri öğreniyoruz. Avni Bey'in bize yansıttığı kısımda, kendisi Ruhi Bey ile birlikte Haydarpaşa'nın meşhur çay bahçesinde otururken bir anda oluveren bir olayla karşı karşıya kalıyoruz: Coca-Cola treni Pepsi gemisine tosluyor!

Bütün heyecanlı öykülerde, filmlerde, romanlarda olduğu gibi bu olayın perde arkası devreye giren Ruhi Mücerret anlatımındaki bölümlerde bile ortaya çıkmıyor; olayı bize en sonunda Civan aydınlatacak. Ruhi Bey, İstiklâl Harbi'nin son temsilcisi olarak her ilin kurtuluş günlerinde yapılan törenlere icabet ederken İstanbul'un kurtuluş günündeki törende Civan Kazanova Ruhi Bey'in hayatına giriyor. Onu, abisini bir uçak kazasında kaybetmiş, nişanlısı 99 depreminde ölmüş, yengesi ve yeğeni ile de uzun zamandır görüşmemiş basit bir beden eğitimi öğretmeni olarak tanıyoruz. Daha sonra Civan'ın hayatına yengesi ve yeğeni Ozan dahil oluyor. Ozan'ın, hastalığı sebebiyle acilen ilik nakline var. Annesi Nazlı Hilal'i tanıtımın başında çehresi çatık olarak tanımlamam bu yüzden. Civan'ın daha sonra bulaşacağı ve Ruhi Bey'i de bulaştıracağı bütün işler de bu yüzden. Masum Cici'nin hayatlarına girmesi de bu yüzden.

Küçük bir pasaj paylaşmak istiyorum; Coca-Cola treni ile Pepsi gemisinin çarpışmasının iç yüzünü anlamakta ve Civan'ın Masum Cici'ye hizmet ederken bu Cici adamın onu ve diğer kurbanlarını ne için ve nasıl kullandığına ipucu olması için:

"Biz savaşı CNN'de izlemedik... Philips LCD televizyonlar yoktu... Muharebeyi uzaktan kumanda edemedik... Siperde, bombardıman dinince Dardanel ton balığı konservesi yiyip Sütaş ayranı kafaya diktikten sonra afiyetle bir Marlboro tüttüremedik... Yorgunluk kahvesini ancak harpten 70 sene sonra höpürdetebildim: Jacobs Gold... Görüyorum ki sizler atletizmin dikenli yollarında Adidas'larınızla son sürat ilerliyorsunuz. Biz ise şehitlerin ayağındaki kara lastikleri söküyorduk. Yaylım ateşi başlayınca yalınayak yayalık tat vermiyordu zira. Fast-food, benzinci ve banka tabelaları bir anda kayıplara karışsa... insan dımdızlak ayazda kalmaz mı? Burger King, Shell, Garanti Bankası... işte size içinde ilelebet yaşayabileceğiniz bir üçgen... Savaş, tarih kitaplarında basıldı mı Handel'in Su Müzik'ine benziyor artık. Hey gidi Handel, Bach'la akrandır, fakat ondan tam dokuz sene fazla yaşadı. İkisi de kör oldu. John Taylor denen şarlatan ikisini de imamın kayığına bindirdi... Sizi temin ederim İstiklâl Harbi... hayatımın en manidar vakasıydı; şu anda dilimin altında duran Vivident'le dahi irtibatını kurabiliyorum. 1919'daki salgında tüm askerler grip olmuştu. Ordu, askerî bir düzen içinde hapşırıyordu. Geceleyin nöbetçilerden biri aksırdığında, diğerinin 'Çok yaşa,' demesine kalmadan vuruluyordu. Şöyle: 'Hapşuuu!' Duf! 'Çok yaşa!' Ecel beni de ofsayda düşürdü. Kaç ölüye 'Çok yaşa' demişliğim var. Uyumazdık. Siz mıhlamaya ant içmiş bir ordu civarda fink atarken uyumak riskli bir lüks. Ölüme en çok benzeyen uyku, savaşta uyunandır. Biliyor musunuz... sizler gibi ben de Swatch takmak arzusundayım. Dolayısıyla mahkemeye müracaat edip yaşımı küçülteceğim. İçimden bir ses, milis komutanımız olan rahmetli Ethem Yahya Bey'in sesi, 97 yaşından gün almışların Swatch takmaması gerektiğini söyleyip duruyor. O saat, kolunuza taktığınız saniyede sizi toplumun asli bir üyesi yapar. İnsanların çoğu; yalnızca güç yetiremediği, beceremediği ve elde edemediği şeylere değer verir. Ben de öyleyim. Geceleri yatağa uzandığımda uykuya dalarken, hayatım bir reklam kuşağı şeklinde gözlerimin önünden geçiyor. Coca Cola içmediğim günlerin gecesinde kâbuslar görüyorum. Karşı karşıya gelen iki ordu... Ve bütün askerler aynı anda intihar ediyorlar. Harbin teferruatında minik bir rötuş. Öteye değil beriye ateş ediyorsun. Cinai hengâmenin yerine intihar hararetini koyuyorsun. Silahını kendi kalbine, şakağına, çenesine dayamış binlerce genç bir elden tetiği çekiyor. Derken bütün bedenlerden Coca Cola fışkırıyor.Savaş alanını kaplayan, siperlere dolan köpüklü, kan rengi, buz gibi kolanın içinde cesetler salına salına yüzüyor... Demek istediğim... muhterem gençler... Muallimleriniz, bendeniz ve tabiî protokolde oturan bürokratlar kadar... cehalet illetine duçar olup yalnızlık lanetine tutularak vahşet mertebesinde mutsuz olduğunuzda... en büyük teselliyi iPhone'unuzun dokunmatik ekranında bulacaksınız. Muhtaç olduğunuz kudret... internetteki alışveriş sitelerinde mevcuttur. Kızlara tavsiyem... Jadore'dan şaşmayın... Erkeklere nasihatim... Jadore'u takip edin..."

Pasaj sahiden küçük (!) olmuş. Gideyim ben artık en iyisi. Son olarak Murat Menteş'in köşe yazarlığına veda ettiği yazısını da okutmam gerektiğini düşünüyorum; ilgilenenler için burası o yazının bulunduğu yerdir. Oldu o zaman. *\o

0 Yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Hera Eheres. Blogger tarafından desteklenmektedir.