Ah. Bir kez daha burada olabilmek ne mutluluk. Bilgisayarımın bozukluğu ile geçen bunca günden sonra, başına oturup yazıyor olmak gerçek mi diye sorguluyorum. Çimdiklenmeye ihtiyacım var.
Kuzey Işıkları ve Keskin Bıçak'tan sonra Kehribar Dürbün yorumu hayli gecikti. Aslında söyleyecek çok da bir şeyim yok; zira okunan satırların üzerine zaman tozları serpildiğinde detaylar canlı kalamıyor. Yine de genel anlamda konudan bahsetmeden geçmek istemedim.
Kehribar Dürbün Karanlık Cevher Dizisi'nin üçüncü -ve son- kitabı. Fizikî hacmi açısından ilk iki kitaptan hayli tombul. Fakat 672 sayfa boyunca kitabı bırakmak aklıma hiç gelmemişti, bunu gayet iyi hatırlıyorum. Ben seriyi oldukça beğenerek okudum; Kehribar Dürbün ile ilgili hatırladığım, son kelimeleri de okuduktan sonra, "Bir kitap daha okundu böylece," düşüncesinin yanında, "Ama bitmeseydi keşke," diye hüzünlenmiş oluşum. Onca sayfa boyunca yaşantılarına ortak olduğunuz karakterlerin hayatından bir anda çıkarılmak bana hep kötü hissettirir.
Serinin bütün kitaplarında, "Bu bize kaderin bir noyunu!" dedirten bir kurgu var. Lyra'nın, babasını arayan Will ile karşılaşması ve aynı zamanda Will'in babası John Parry'yi Lyra'nın balon sahibi dostu Lee Scoresby'nin tanıyor oluşu gibi tesadüfler (!) ile çok fazla karşılaşıyoruz. Bu bir anlamda okuyucu için güzel; farklı hayatların nerelerde kesiştiğini görme imkânı sunuyor.
Kehribar Dürbün'ün sonu hiç beklemediğiniz bir son olacak, buna bahse girebilirim. Fantastik diye alıp okuduğunuz ve sizi yanıltmayan bir sürü satırdan sonra kurgunun tüm sorunları bambaşka bir şey sonucunda çözüme kavuşturması beni o kadar tatminsiz bırakmıştı ki, yalnızca serinin tamamına saygımdan bu durumu çok gözüme batırmamayı başardım. Kehribar Dürbün, "Lyra ve Will'in aşkı nelere kâdirmiş, peheheyy!" yorumunu, okuyan herkese yaptıracak, eminim.
Kitap ilk iki kitaptan biraz daha trajik. Will, babasını bulur bulmaz gözlerinin önünde kaybediyor. Onca emek, onca çabadan sonra babasına doyamadan. Ama tabiî kitapta, "Will'in babasını bulması bir görevdi, duygusallığa yer yok," teması oturtulmuş. Bunun haricinde, olmasını istediğimiz şeyler ile olması gerekenler arasında zaman zaman yaşadığımız ikilem Kehribar Dürbün'ün son sayfalarını oluşturuyor.
Ve Lyra onu Lord Asriel'e elleriyle götürdüğü için Roger'a karşı kendini o kadar sorumlu hissediyor ki, ölüler dünyasında da olsa Roger'ı bulup ondan özür dilemeye kararlı. Lyra Will ile birlikte ölüler dünyasına girmenin bir yolunu buluyor; fakat bu yolda Pantalaimon'u bırakmak zorunda kalıyor. O güne kadar cininden az bir mesafeyle bile ayrılsa etinden et kopmuş gibi canı yanan Lyra bu sayede tıpkı cadılar gibi cininden uzakta yolculuk edebilmeyi tecrübe ediyor.
Ölüler dünyasına girmeyi başarıp Roger'ı aramaya koyulan Lyra kaybettiği dostlarını da görüyor. Roger'ı bulup af diledikten sonra Will ile birlikte tüm ölüleri bu sonsuz kasvetten kurtaracak bir şey yapmaya karar veriyorlar. Will bıçağı sayesinde yaşayan dünyaya açılan bir pencere açıyor. Sonsuz aynılıktan kurtulabilmek için pencereden dışarıya adımlarını atan tüm ölüler havaya karışıyor, hava ile bir oluyor. İşte ikilem de bu sayede ortaya çıkıyor. Toz'un ve bu bağlamda her şeyin dengesini bozmamak için açılan bütün pencerelerin kapatılması gerekiyor. Yalnızca bir pencerenin açık kalmasına izin verilebilir; peki o pencere hangisi olacak? Ait olmadıkları için birbirlerinin dünyalarına taşınamayan Will ile Lyra'yı birbirine kavuşturacak olan pencere mi, ölüleri huzura kavuşturacak olan pencere mi?
0 Yorum:
Yorum Gönder